9 Eylül 2007 Pazar

çoğul kişilik bozukluğu





7/12/2006 - çoğul kişilik bozukluğu
İÇİMİZDEKİ YABANCI(YAZAN LEVENT METE.afl.org.tr den alıntı yazı)Ocak 1887'de, Birleşik Devletlerde, Rhode Island Bülteni adlı yerel gazetede bir kayıp ilanı yayınlandı. Vaiz Ansel Bourne bir sabah evinden ayrılmış ve bir daha geri dönmemişti. İlanda, altmış yaşlarında beyaz saçlı ve uzun beyaz sakallı bir adam olarak tanımlanıyordu. Bourne, Batı eyaletlerinden birinde doğmuştu. Eşi, onun son yıllarda, kendini kaybetmesine yol açan tuhaf nöbetler geçirmeye başladığını ve bir kaç saat süren bu nöbetlerden sonra doğduğu yerlere dönmekten söz ettiğini söylüyordu. Bir süre sonra olay unutulmaya başlamıştı. Ancak, 14 Mart sabahı, Pennsylvania'nın Norristown kasabasında bir adam, yatağında korku ve şaşkınlık içinde uyandı ve çevresindekilere buraya nasıl geldiğini sormaya başladı. Adının Ansel Bourne olduğunu söylüyordu. Belleğinde aradan geçen iki ayla ilgili hiç bir anı yoktu. İki ay önce, evinde yatağa girip gözlerini kapadığını anımsıyordu. Sonra, gözünü açmış ve kendini burada, bir başka eyalette, tanımadığı insanların arasında bulmuştu. Kasabalılar onu, A. J. Brown olarak biliyorlardı. Altı hafta önce atlı tramvaydan inmiş, biraz parası olduğunu, bir iş kurmak istediğini söylemiş, bir dükkan kiralamış, rafları kırtasiye malzemesi, şekerleme, meyve ve buna benzer ufak tefek şeylerle doldurmuş, kimseye olağan dışı bir şey döndüğü izlenimi vermeyen küçük bir tüccar olarak günlük yaşamdaki yerini almıştı.
Bourne, bir kaç gün sonra Rhode Island'a, eski yaşamına geri döndü. Bir kaç saatliğine kendini kaybetmesine yol açan nöbetler sürüyordu. Bir süre sonra, bir ruh doktoruna başvurdu. Hipnoz seansları sırasında, içinde gizlenen A. J. Brown kişiliği ortaya çıktı. Ancak, doktoru, tüm çabalarına karşın A. J. Brown'ı Ansel Bourne ile birleştirmeyi başaramadı. Bu çift kişilikli adamın öyküsü o yıllarda bir bilimsel dergide yayınlandı ve oldukça ilgi çekti. Öykü, ilginçliğini hala koruyor ve bugün psikiyatrinin temel kitaplarından birisi olan Textbook of Psychiatry'de yer alıyor.
Ansel Bourne yalnız değilBourne, gövdesini tanımadığı bir yabancıyla paylaşan tek insan değil. Onun gibi daha bir çokları, ansızın ortaya çıkan ikinci kişiliğin elinde alışılmadık olaylara sürüklendiler. Üstelik, bunların bir çoğu, A. J. Brown kişiliğine göre çok daha renkli ve fırtınalıydılar. Ayrıca, kimi zaman, aynı gövdede ikiden fazla kişiliğin birarada bulunduğu da oluyordu. Örneğin, yine Textbook of Psychiatry'de ye alan bir başka örnekte üç kişilikli bir genç kızın öyküsü anlatılıyor. Bilinen kişiliğinin dışında iki farklı kişiliği daha var. Bu kişilikler zaman zaman bedenini ele geçiriyorlar. Her birinin kendine özgü bir mizacı, duyguları, düşünceleri ve amaçları var. Arkadaş çevreleri bile farklı. Nöbet değişimi ansızın, beklenmedik bir anda oluveriyor. O anda bedeni ele geçiren kişilik az önce olup bitenler hakkında hiç bir şey anımsamıyor.
Trafik kazasıyla gelen kişilik Aynı kitaptaki bir başka öykü Türk filmlerinde sık kullanılan bir temayı akla getiriyor. Bay Hanna'nın ikinci kişiliği bir araba kazasından sonra ortaya çıkıyor. Hanna, kazadan sonra hafızasını kaybediyor. Geçmişiyle ilgili hiç bir şey anımsamıyor. Yeniden doğmuş gibi, başka arkadaşlar ediniyor, farklı bir kişilik geliştiriyor. Ancak, aylar sonra bir sabah eski kişiliğiyle uyanıyor ve bu kez de ikinci kişiliği hakkında hiç bir şey anımsamıyor.



Sinemada çoğul kişilikli kahramanlarÇoğul kişilik sinemada sıkça işlenen bir konu. Ünsal Oskay, “Çağdaş Fantazya” adlı kitabının bir bölümünde çoğul kişilikli insanları konu alan filmlerden söz ediyor. Bunlardan, “Kurt Adam”, “Dr. Jekyll ve Mr. Hyde” ve ülkemizde “Şeytan” adıyla gösterime girmiş olan “The Exorcist” içlerinde en yaygın olarak bilinenler. Üçünde de, ön plandaki kişilik olağan ve tanıdık olanı temsil ediyor. İkinci kişilik, doğanın ya da doğaüstünün karanlığından çıkıp geliyor ve bedeni ele geçiriyor.
İkinci kişilik nereden geliyor? Bilim adamları, sinemacılar gibi, ikinci kişiliğin kaynağını doğa ve doğaüstü olarak gösterip kenara çekilme ayrıcalığına sahip değiller. Onlardan beklenen, bu yabancının ya da yabancıların insan ruhunda nasıl oluştuğunun, nerede saklandığının ve hangi koşullarda ortaya çıktığının gösterilmesi. Pierre Janet, olayı “çözülme” kavramıyla açıklıyor. Janet'ye göre, zihinsel bütünlüğü sağlayan enerjinin yetersizliği, bazı ruhsal işlevlerin bütünden ayrılarak özerklik kazanmalarına zemin hazırlıyor. Freud ise, bastırma kavramı üzerinde duruyor. Dışa vurulması ve doyurulması olanaksız dürtü ve isteklerin bilinçdışına bastırılarak orada tutulması psikanalizin ortaya koymuş olduğu evrensel bir savunma düzeneği. Çift ya da çoğul kişilik olgularında, birinci kişilik daha geleneksel ve tutucu bir yapıda oluyor. Bastırılmış olarak bilinçdışında tutulan ve ansızın ortaya çıkarak bedeni ele geçiren ikinci kişilikse genellikle tam tersine, gürültülü, fırtınalı, gösterişli, umursamaz ve aşırı rahat davranışlar sergiliyor. Kişinin, toplum dışına ve bilinçdışına itilmiş olan yanı, orada ayrı bir kişilik olarak örgütleniyor ve fırsatını bulduğunda aynı bedeni kullanarak yaşamaya başlıyor.
Görülme sıklığıÇoğul kişilik bozukluğu ender görülen bir ruhsal sorun. Bir çok ruh hekimi yaşamı boyunca bu tanıyı hak eden tek bir hastayla bile karşılaşmıyor. Buna karşın, kendini aşırı baskılayan kişilerin, uygun koşullar oluştuğunda, tanıyanları şaşkına çeviren bambaşka bir kimliğe bürünmeleri yabancısı olduğumuz bir durum değil. Kırkından sonra azanlar, içince dağıtanlar ve kendi ülkesinde mazbut bir yaşam süren turistik çapkınlar bu duruma örnek olarak gösterilebilir. Bunların hiç birinde, çoğul kişilik bozukluğundaki kadar dramatik bir değişim ortaya çıkmıyor ve bu nedenle içinde bulundukları durum bir ruhsal hastalık olarak değerlendirilmiyor. Ancak, kişilikteki ani değişim, işleyen ruhsal düzenekler yönünden arada bir benzerlik olduğunu düşündürüyor.
Bütünlüğü korumak içinÇoğul kişilik bozukluğu, ruhsal dağılmanın yanı sıra, tutarlı ve sağlam kişiliğin de ipuçlarını taşıyor. Bir başka deyişle, farklı bir kişilik oluşturacak kadar büyük bölümü baskılanıp yaşam alanı ışında bırakılan bir benlik, kendiyle barışık ve uyumlu bir kişiliğe giden yolu da gösteriyor. Eğer bütünlüğümüzü korumak istiyorsak, yaşam olanaklarına sırt çevirmemize yol açan önyargılarımızı sürekli gözden geçirmeli, katı kural ve kalıplar yerine esnekliği ve hoşgörüyü ön plana çıkarmalıyız. Çünkü, yaşanabilme olanağı varken abartılmış törel kaygılarla bastırılan yanlarımız beklenmedik bir anda ortaya çıkarak yaşamımızı altüst ediyor, bizden intikam alıyorlar.

Hiç yorum yok: